İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları kesintisiz olarak 10 aydır devam etmektedir. Bu süreçte İsrail tarafından on binlerce sivil öldürülmüş, temel haklar ve özgürlüklerin neredeyse tamamı bilinçli ve ısrarlı bir şekilde ihlal edilegelmiştir. İsrail saldırılarının özellikle sivil halkı hedef aldığı gerçeği; hastanelere, okullara, çadır kamplarına ve sivil yerleşim yerlerine yapılan saldırılarla açıkça görülmektedir. İnsanların en temel ihtiyaçlarının karşılandığı hastaneler, aşevleri, okullar ve ibadethanelere yönelik sistemli saldırılar, İsrail’in savaş hukukunu hiçe saydığını alenen göstermektedir. İsrail’in Gazze’ye yönelik kuşatma ve ambargosu insanlık dışı boyutlara ulaşmış ve 2 milyonun üzerinde sivil halkı doğrudan etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya gibi Batı ülkelerinin bu açık ihlaller karşısında takındığı tavır ise daha da vahimdir.
Kurulduğu günden beri bölgedeki huzuru dinamitlemeyi misyon edinmiş ırkçı emperyalizmin temsilcisi İsrail’in özellikle 2007 yılından bu yana Gazze’ye karşı başlattığı abluka 3 cepheden yani karadan, havadan ve denizden devam etmektedir. Zaten 17 yıldır fiilen ambargoya maruz bırakılmış ve İsrail’in izin verdiği ölçüde gıda ve tıbbi malzeme yardımına ulaşabilen bir halk, gelinen 10 aylık süreçte insanlık dışı bir tutumla, bunlardan dahi mahrum bırakılmaktadır. İsrail’in ısrarlı ablukasının hedefinde Gazze halkının sindirilip göçe zorlanması ve İsrailli yerleşimcilerin boşalan yerlere yerleştirilmesi planı yatmaktadır. İsrail 1948 yılından beri kararlı bir şekilde Filistin topraklarını dünyanın gözü önünde, hatta onların desteği ile adım adım gasp etmiştir.
İsrail’in Gazze saldırılarında hayatını kaybeden on binlerce sivilin yarısından fazlası çocuklardan ve kadınlardan oluşmaktadır. Gazze saldırıları sonrasında kayıp olan insanların sayısı ise tespit edilememektedir. Geride kalan sivil halk yine İsrail’in askeri, siyasi saldırılarına; ekonomi, eğitim ve sağlık alanında birçok insanlık dışı muamelesine maruz kalmaktadır. Gazze’ye giriş ve çıkışları uzun sürelerle kapatan İsrail, insani yardımları da engellemektedir. Hastanelerin, okulların, camilerin ve sivil yerleşim yerlerinin hedef alınması nedeniyle zorla göç ettirilen sivillere yönelik silahlı saldırılar göç esnasında ve çadır kamplarında dahi devam etmektedir. İsrail tarafından yapılan Gazze’nin güvenli hiçbir bölgesinin kalmayacağı yönündeki açıklamalar niyetlerini açıkça ortaya koymaktadır.
Gözünü karartmış olan İsrail, hiçbir uluslararası kuruluşu dikkate almadığını, hiçbir evrensel hukuk normunu kale almadığını, hiçbir temel hak ve hürriyeti önemsemediğini net bir şekilde ortaya koymuştur. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Harp Zamanında Sivillerin Korunmasına İlişkin Cenevre Sözleşmesi, BM İşkenceye Karşı Sözleşme ve benzeri belgelerin koruma altına aldığı hakların ve özgürlüklerin İsrail açısından bir bağlayıcılığının olmadığını dünyaca izliyor olmak oldukça hazindir. BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer alan 30 maddenin 15 maddesi ve aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan 19 adet temel hak ve hürriyet İsrail tarafından doğrudan ve açıkça ihlal edilmektedir. Buna rağmen siyonizmin karargâhı durumundaki İsrail’e karşı şimdiye kadar uygulanmış hiçbir uluslararası yaptırımın olmaması ise daha da vahimdir.
Savaş ortamında dahi vazgeçilemeyecek pek çok temel hak İsrail tarafından Gazze saldırısı esnasında ihlal edilegelmiştir. 1949 tarihli Harp Zamanında Sivillerin Korunmasına İlişkin Cenevre Sözleşmesi ve 1984 tarihli BM İşkenceye Karşı Sözleşme’ye göre; kişilere insani muamelede bulunma, kişilerin yaşam ve vücut bütünlüklerine yönelik saldırılardan kaçınma, işkence ve eziyet içeren faaliyetlere karışmama, insanın onurunu ve güvenliğini koruma gibi garanti altına alınmış hakların tamamının İsrail eliyle ihlal edilmiş olması mutlak yaptırım gerektiren hususlardır. İnsancıl hukuk kapsamında sivil can kayıplarının ve yaralanmaların önüne geçmek vazifesi olduğu halde İsrail bunları hiçe saymaktadır. Zaten Uluslararası Af Örgütü direktörlerinin bölgede yaptığı incelemeler de İsrail’in doğrudan sivilleri hedef aldığını ve bu eylemlerinin neticesinde savaş suçları işlendiğini ve uluslararası hukuka göre ceza soruşturmasına tabi tutulması gerektiğini ortaya koymuştur.
Harp Zamanında Sivillerin Korunmasına İlişkin Cenevre Sözleşmesi’nin dördüncüsü, silahlı çatışma kurallarını sarih maddelerle ortaya koymaktadır. Yaralı ve hastalara yönelik özel muamele yapılması gerektiği (md. 16), sivil hastanelerin korunması gerekliliği (md. 18), sivil halka yönelik her türlü ilaç ve sıhhi malzeme sevkiyatının geçişine izin verileceği (md. 23), cinayet, işkence ve bedenin zarar göreceği tüm uygulamaların yasaklandığı (md. 32), sivil hastanelerin malzemesine ve depolarına sivil halkın ihtiyaçları için lüzumlu oldukları müddetçe el koyulamayacağı (md.57), haberleşme özgürlüğünün garanti altına alınması (md. 107) bu hususlardan bazılarıdır.
Uluslararası hukuk bakımından ele alındığında İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları net bir biçimde “soykırım” suçunu oluşturmaktadır. 1948 tarihli BM Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ile uluslararası belgelerde ve Roma Statüsü’nün 6. maddesinde açıkça tanımlanan soykırım suçu İsrail’in eylemleriyle bire bir örtüşmektedir. Aynı zamanda İsrail, 1980 tarihli Konvansiyonel Silahlar Sözleşmesi ile belirtilen, kullanılması yasak olan kimyasal silahlarla Gazze’ye saldırmıştır. Savaşın etkilerinden azade tutulması gereken sivil halkın, savaşın hedefi konumuna getirilmiş olması açık bir soykırım suçunun varlığına delil teşkil etmektedir.
Uluslararası Adalet Divanı’nın soykırım suçlarında kişilerin yanı sıra devletleri de yargılayabileceği gerçeğinden hareketle başvuruda bulunan Güney Afrika Cumhuriyeti devletinin başvurusu ilgili mahkemece de kabul edilmiş ve İsrail, Uluslararası Adalet Divanı nezdinde yargılanmaya başlanmıştır. Burada dikkat çeken ve halkımız nezdinde de endişelere yol açan husus ise böyle bir girişimin Türkiye Cumhuriyeti devletinden beklenmesine rağmen gerçekleşmemiş olması ve hatta ilerleyen süreçte devam etmekte olan davaya müdahil olunacağına dair hükümet yetkililerince kamuoyu önünde verilen sözlere rağmen harekete geçilmemesidir. Türkiye ile İsrail arasında önce varlığı inkâr edilen, sonra kısıtlama kararı ile varlığı itiraf edilen ticari ilişkilerin boyutları bu endişeleri destekler mahiyettedir. Saadet Partili üyelerimizin bütün ülke genelinde İsrail’in insanlık dışı saldırılarına yönelik olarak adliyelerde gerçekleştirdikleri suç duyurularına ilişkin herhangi bir davanın açılmamış olması da bu noktada düşündürücüdür. Saadet Partililer olarak daha önce bulunduğumuz suç duyuruları ile ilgili olarak makul sürelerde işlem gerçekleştirmeyen kamu görevlileri hakkında bugün görevi ihmalden suç duyurusunda bulunacağımızı da burada deklare ediyoruz.
Bizler Saadet Partililer olarak gerek ulusal gerekse uluslararası platformlarda Gazze halkının yanında olduğumuzu her yönüyle ortaya koymaya devam edeceğiz. İnsanın sadece ve sadece insan olması sebebiyle doğuştan ve doğal olarak sahip olduğu bütün temel hak ve hürriyetlerin Gazze’deki her bir kardeşimizi de kapsadığını bütün dünyaya hatırlatmaya devam edeceğiz. Saadet Partisi olarak İsrail’in hukuksuz saldırılarının peşini bırakmayacağımız ve her alanda takipçisi olacağımız bilinmelidir.